Bracciano Gölü 'nde gel keyfim gel:)

Roma'daki ikinci günümüzde, sevgili kitabım Lonely Planet yayınevinin Roma Rehberi'nin önerisiyle, Roma'ya trenle 1 saat mesafedeki Bracciano Gölü'ne gittik. İyi ki gitmişiz...

Hayatımda ilk kez bir gölde yüzdüm ve bu gölün Bracciano olması standardımı yükseltti sanırım. Çünkü bu küçük gölün suyu o kadar temiz ve berraktı ki, sanırım denizden daha hoşuma gitti yüzmek. Tuzdan gözünüz yanmadan, dalgasız bir suda yüzüyorusunuz, havuz gibi ama doğal bir kumsalı var ve yanınızdan kuğular & kazlar geçiyor...

Sessiz huzurlu bir ortam, karşımızda ormanlı tepeler... Ailece dedik ki; atla uçağa gel Roma'ya ama Bracciano'da kal 3 gece, akşam üstleri Roma'ya in, takıl; gündüzleri Bracciano sahilinde dinlen...Al sana tatil...Sessiz, temiz ve huzurlu...

Tavsiye edilir...








Kardeşimle bir haftasonu!

İtalya tatilinden sonra Ceren'i göndermedim bizimkilerle, kaldı benle, sağolsun haftaiçi o bizi yaşattı haftasonu biz onu:)
Cumartesi günü Çubuklu Hayal Kahvesi'nde birer içeceğin ardından, Heybeliada'ya kaçtık. Akşam balık ziyafeti çektik ada sahilinde, Ada Restaurant'ta...

Murat fotograflarda şekilden şekle girmiş gerçekten, keyfi yerindeydi bir yanında Ceylan bir yanında Ceren :)

Pazar günü de Ataşehir'deki daimi kahvaltıcımız Afyon Cumhuriyet Sucukları'nda tıkındıktan sonra, kendimizi havuz kenarına attık. İstanbul'da yaz sıcağından kaçmanın bir yolu havuz diğer bir yolu da Kanyon! Akşam da Kanyon'daydık o yüzden; gitmişken süper de bir raggae grubu dinledik: Eastpark Raggea, İngiliz bir grupmuş...









İşte Ceren'le bir haftasonu böyle geçti...Şimdi kendisi yazlıkta, annem ve Ahmet'cikle... Ailemizin çalışkanlarından babam Konya'da Murat'la ben de İstanbul'da cebelleşiyoruz sıcaklarla...Ama Bayram'da beraber inşallah..Geçsin zaman bir an önce n'ooolurr...


Roma'da ilk günümüz&Vatikan



Roma... Kalabalık ve sıcaktı...Bir o kadar da ilginç ve keşiflere açık....Durmadık, yürüdük gezdik gördük...



Yedik, yedik ve yine yedik:)




Aşk çeşmesine para attık, İspanyol Merdivenlerinde dinlendik...




Vatikan'da hacı olduk:)





Bir İtalya Klasiği: Pisa







Ceren'le ben her gün turla takılmayalım biraz da kendimiz gezelim tozalım dedik...Annem-babam ve Ahmet tur kafilesiyle Toscana turu yaparken biz de Pisa ve Livorno'yu keşfettik. Pisa'da karşılaştık gerçi yine komik oldu:)

Pisa'ya trenle gittik. Yaklaşık 1 saat sürdü. İtalya'da aldığınız biletler (tren-otobus) belirli saat aralıklarında geçerli. Treninize binmeden önce onu etrafta görebileceğiniz küçük makinelere onaylatmanız gerek, bu makineler üzerine tarihi basıyor ve bilet o saatten itibaren birkaç saat süre ile geçerlilik kazanıyor. Trende 6 saatti sanırım, otobuste daha azdı...

Biz bunu kitaplarda okumuştuk tabi ama sabah mahmurluğu koştur koştur trene bindik, bu onayın tren dışında bir makineden yapıldığından da habersiz olduğumuzdan en iyisi konduktöre soralım dedık. Sevgili konduktor amca elcagızı ile onayladı biletimizi...Bu arada bu konuda baya ciddiler, bilet v.s. kontroller gayet sıkıydı. Hatta bizim vagonda bir adamı ilk istasyonda trenden attı konduktor, o derece...

Gelelim Pisa'ya... Pisa'da bir adet meydan var:" Mucizeler Meydanı"

Pisa Kulesi de bu meydanın içinde...Yemyeşil insanını içini açan bir meydan... Kule de harbiden baya eğik yani:) Klasik fotograflarımızı çekindik, tüm uzuvlarımızla kuleyi dokundurduk:)

Pisa'nın alışveriş caddesinde kısa bşr turdan sonra, öğle yemeğimizi Pisa'da yiyip yine trenle Livorno'ya gittik. Livorno Pisa'dan 20 dk falan sürüyor. Trenden inince bikini insanların bindiği bir otobus görüp koşarak bindik:) Bu otobus bizi şehrin sahil kısmına ve denize inen büyük caddesine götürdü. Livorno'da da biraz sahil yürüyüşü, denize ayaklarımız sokma, bir-iki alışverişten sonra akşam 20:00'de Floransa'ya dönmüştük...

Bizimkiler de Toscana turundan çok memnun kalmışlardı...Babam şişe şişe Chianti şaraplarıyla döndü o gece:) 1 yıl yeter heralde bu depo; napalım biz meyve yiyemiyoruz, meyve suyu içiyoruz:)

Her yerinden tarih ve sanat fışkıran şehir: Floransa











Venedik'ten biraz güneye iniyoruz, ortalara doğru. Heykeller ve resimler şehri Floransa karşılıyor bizi...Tarihte Michelangelo, Da Vinci, Galileo, Dante gibi isimlere ev sahipliği yapan şehir, Rönesans kokuyor. Verimli topraklarıyla Toscana bölgesinin de merkezi; şarabı eti bir harika!

Floransa'da iki gün kaldık. İlk gün şehri gezdik, ikinci gün annem, babam ve Ahmet rehber eşliğinde Toscana turu yaptılar; bizse Ceren'le özgür takıldık, Pisa'ya ve Livorno'ya gittik trenle...Onları sonra anlatırım...

İtalya'da gezdiğim her şehirde ya bir göl ya da bir nehir vardı şehrin içinden geçen. Ve o güzel köprüler, her yerde... Bunlardan biri de Floransa'da ki dev apartmanımsı köprü...Bana "Koku" filminin başında yıkılan köprüyü anımsattı. İlginçti gerçekten...

Pazara gittim Floransa'da, deri ürünleri malum hayvancılıktan dolayı meşhur... Ama birşey almadım, kendimi Roma'ya sakladım:)

Çok güzel bir bistroda yemek yedik akşam. Babam Florentine bifteği yedi, kocamannn birşey ve o kadar kalın ki, içi de pembe...Ağzının tadını bilir kendisi, ama herkese tavsiye demiyorum, orjinali çiğ gelebilir, welldone olarak almak gerek çiğ yemem derseniz...Ben İtalya'da herşeyi denedim; risottolar, pizzalar, tiramisu, makarna çeşitleri...Ve Chianti şarabı elbette... Risotto favorimdi ve tiramisu tabii ki. Ve üzgünüm, bizim burada yediklerimiz tiramisu diil!

Floransa'da çok fazla genç gezgin vardı...Çok imrendim..hayata böyle başlamak gerek işte... Okul bir yere kadar; biraz da gezmek, görerek öğrenmek, farklı kitlelerle iletişim kurmak, dünyaya-farklılıklara açık olmak gerek. Ve korkmamak; yeni insanlardan, bilmediğin sokaklardan, boş vagonlardan, gülümsemekten, tanışmaktan, insan olmaktan korkmamak gerek. Niye kendimizi bir şehre, bir işe, bir eve, bir okula kapatırız ki sanki...Minnoşum Ahmet bile çözdü olayı...Şok içinde, Roma'da kenti ziyaret eden kendinden birkaç yaş büyük yabancı bir öğrenci grubunu göstererek "Ablaaa, nasıl gelmişler, nasıl izin vermiş anneleri daha küçük diiller mi?" gibi sorularla anlam vermeye çalıştı duruma...Ben de gaz verdim ona, seni de göndericem ben, nolcak yaaww eşşek kadar olmuşlar, Dünya'yı görmek gerek ne var korkacak diye:) Eeee ağaç yaşken eğilir :)

İşte böyle, büyüleyici bir şehirdi Floransa... Düşündürdü, güzelliklerini açtı bize; keyif verdi...

Ohh yeah Venedik :)




















Evet, İtalya'da en çok Venedik'i sevdim.


Kanım kaynadı şehre, daracık sokaklarına, labirent yollarına, her yerden geçen kanallara, pencere önlerindeki pembe çiçeklere, minik köprülere...kısaca her şeye...


İtalya'daki 2. günümüzde, sabah kahvaltının ardından otobüsümüz bizi Venedik vapurettolarının kalktığı yere götürdü. Venedik bir ada ama karayla bağlantısı var. Bu bağlantının hemen bitişinde vapurettoların kalktığı bir iskele var, oradan bu teknelere binip adanın muhtelif noktalarına kolayca ulaşabiliyorsunuz.


Venedik'in en önemli yeri San Marco meydanı. Burada Dükler Sarayı ve saat kulesi var. Din don çalıyorlar habire:) Etrafta bir sürü kafe ve bir dolu güvercin var...ve bir sürü de insan tabii ki:) Ama San Marco'dan bir ara sokağa dalıp kaybolmak istercesine bir sağa bir sola giderseniz, adanın derinlerinde turist akınına uğramamış, gerçek insanların pembe çiçekli pencereli evlerinin olduğu, çıkmaz sokakların kanala açıldığı sevimli yerleri keşfedebilirsiniz. Biz öyle yaptık ve Grand Canale denen en geniş kanalın tüm etrafını bu dar sokakları arşınlamak suretiyle gezdik. Tüm gün süren bu keyifli geziye, bir pizzeria'da yenen bomba pizzaları ve şampanyalı bir gondol sefasını da ekledik elbette:)


Ohh sefamız olsun, tüm yıl bunun için çalıştık bea:) ohhh, dünya varmış:)


Naçizane tavsiyelerim:




  • Gondol olmazsa olmaz!


  • Kaybolmaktan korkmayın, dalın ara sokaklara, sürpriz güzellikleri keşfedin!


  • Adaya ayak basar basmaz sağlam bir harita edinin, tüm sokak girişlerinde bina üstünde yazıyor isimleri. "Via zart zurt" diye...


  • Gondolcular çok yakışıklı olabiliyor, bir o kadar da sempatikler:) Tralaylay şarkı söyledi bizimki, İtalyan erkeklerine +1 puan:)


  • Restoran konusunda, en kalabalık en meydan yerde atmayın kendinizi masalara, kalabalıktan uzaklaşın, sakin yerlere girin. Tüm restoranlarda, pizzeria ve cafelerde menü ve fiyatları alenen yazıyor girişte. İnceleyin öyle girin. Benim kıstasım Margarita pizzaydı, margarita 8-9 EURdan pahalıysa girmiyorduk:) Çünkü o zaman diğer pizzalar 15 EURya falan çıkıyor...


Venedik içindeki oteller çok pahalıymış, biz adanın dışında bir otelde kaldık, oldukça düzgün 4 yıldızlı bir oteldi. Ama eminim adada kalmak başkadır. Murat'la gidersek 1 gece de olsa kanala bakan güzel bir odada kalmak isterim. Adanın içinde araba kullanılmıyor, o nedenle ya bavulunuzun çek çekli olması gerek ya da bir kanal yolu kullanmak...


Venedik'te inanılmaz bir turist toplulupu var, hatta bundan bunalan gerçek Venedikliler artık ada dışına yerleşmeye başlamış. Nufus oldukça azalmış. Evlerin bakımı da oldukça zor olduğundan şehir dışında yaşamak en mantıklısı olsa gerek. Şehrin sulara gömülme tehlikesi şimdilik önlenmiş gözükse de yapılan yatırım ve harcanan paralar suların yükselmesi ile boşa da gidebilir...


Umarım bu güzel şehri görmek isteyen herkes görür ve insanoğlu doğa ile mücadelesini en azından Venedik'te kazanır...


Gundemim: Saglik ve beslenme!

Birkac aydir evin keyfini suruyorum. Keyif suruyorum derken abarttim... vakit bol olunca yapilan pastalar, aksam can cekince kavrulan helval...